26 Ekim 2010 Salı

Kompozisyon: Ailenizi tanıtınız...

Ailesiyle olan ilişkiden utanan klasik ergen triplerine girmedim hiç bir zaman. Annemi çok severim ben. Süper bir annedir eyvallah ama onun dışında da muhteşem bir insandır. Babam da öyle. Çok kafa bir heriftir. Hayatım boyunca bana bir kere doğru düzgün karıştıklarını hatırlamam. Yani elbette her aile gibi yeri geldiğinde sözlerini geçirttikleri olmuştur ama öyle şiddetli "hayır"lar almamışımdır hiç bir zaman. Aldıysam da sonradan evet'e dönmüşlerdir. Ben şu anda olduğu gibi büyürken de hep kendi kafasına hareket eden biriydim. Örneğin ikisine de haber vermeden Lise'deki kaydımı TM'den her ailenin en korkulu rüyası sözel'e geçirttiğimde, ikisinin de haberi yoktu bu işten. Bana kendi kendime hareket etme cesaretini aşılamışlardı çünkü. Ayrıca kendi istediğimin ne olduğunu bilme becerisi. Ve en önemlisi beni her zaman dinlemeyi bildiler. Bu önemli ya, benim de ileride çocuğum olunca ben de onu dinlerim abi. Karşındaki yaşı kaç olursa olsun bir birey sonuçta, malzemesini sen koydun diye onun hayatını da sen yiyecek değilsin sonuçta.

Inception: 528491

Ego tavan yapınca herkesin beğendiği şeyleri de beğenmeyen biri olup çıkıyorsunuz. Ama beğenmeme nedeni olarak da hiç bir zaman "millet beğendi çünkü" diyip kesemiyorsunuz çünkü daha mantıklı sebepler sıralayabiliyorsunuz. Bu yüzden ben asla "herkes severse, ben sevmem" biri olmadım. Olduğumu sananlar var, tın!

MindFuck!
Mesela en son beğenmediğim birşey, Inception denilen filmdi. Nolan'ın zekasını bir sinemacı adayı olarak takdir edebiliyorum ama Inception son yılların en abartılan filmlerinden biriydi bana göre. Beni "filmi anlamamakla" suçlayanlar oldu çoğu zaman, he anlamadım yarısını ama anlayanlardan bir adım geride geldiğimden değil, filmi anlamaya çalışmadığım için. Niye? Çünkü o kadar zihin aktivitesini yapacak ve "hadi gel tartışalım, filmin sonunda düştü mü düşmedi mi" diye muhabbet edecek kadar umursamadım hiç bir zaman filmi. Benim bir filmi anlamaya çalışmam için öncelikle umursamam gerekiyor. Inception da bende maalesef bunu uyandıramadı. İlk 20 dakikasında ben çoktan kopmuştum filmden, sonra tüm filmi bir kitabın salt resimlerine bakan insanlar gibi izledim. Hatta belki de bu yüzdendir ilk defa bir sinema salonundan başım ağrımış olarak çıktım. Hans Zimmer imzalı o müzikler arada kaydadeğer 2-3 nota barındırsa da benim için geneli "kafa s.kici" olarak tanımlanabilecek bir işti mesela. 

Hani yine de kapalı değilim filme karşı, çıksın Bluray'i sakin kafayla bir kez daha oturup izlerim. Ama öyle "abawww, yüzyılın sinema olayı olmuş bu" diyeceğimi sanmıyorum. Batman Begins'in The Dark Knight'dan 10 gömlek üstün olduğunu savunan biriyim ben. O yüzden kendimi şaşırtmadım bu Inception konusunda.

O yüzden bana "sen de seviosun aslında ama herkes sevdiği için söylemiyorsun, cool olmaya çalışıyorsun" ayaklarıyla gelmeyin. Herkesin sevdiği bir diğer film olan Avatar'la sinema salonlarında 6 kere buluştum ben! O n'oluo?

Twin Peaks: Plastik kefenler


Başlıktan iyi blog ismi olurmuş aslında :) Yıl ikibinbilmemkaç, digitürk bi kanal açmış Retromax diye, daha ben portakalda vitaminken yayınlanmış dizileri oynatıyor, Dallas filan. Manevi abim diyor ki, "bak o kanalda Twin Peaks diye bir dizi yayınlanacak, bi şans ver, çok beğeneceksin". Normalde kimsenin tavsiyesini sallamam ama adamdan gözüm korkuyor izlemezsem laf eder filan diye, bakıyorum ilk bölümüne, sonra 2-3 bölüm daha izliyorum ama nedenini bilmediğim bir şekilde bırakıyorum diziyi. Aynı sene doğumgünümde ne alakaysa başka bir seçenek yokmuş gibi bi kaç arkadaşa diyorum ki "para toplayın da bana Twin Peaks 1. sezon setini" alın. Evet her doğumgününde ne istediğini fiyatından alınabilecek yerlere kadar belirten bir insanımdır.

Zaman geçiyor ben bu Twin Peaks denilen halta sarıyorum dvd'den, zaten ilk sezon 8 bölüm. İlk sezon bitiyor, ben de ekran karşısında bitiyorum. Zira bak üstünden kaç sene geçmiş, olmuşuz 2010 ben hala Twin Peaks'in ilk sezon finalinin Tv dünyasında yapılan en manyak sezon finali olduğunu düşünüyorum. İşin manyaklığı dizinin 2.sezon dvdleri çıkmadığı için izlenebilecek tek kaynak da Digitürk. Evimizin eğlence kaynağı Digitürk'de 1.sezondan sonra Retromax kanalını kapatmıyor mu!! Neyse 2-3 ay ben böyle bölüm özetleri okuya okuya filan resimsiz roman tadında bitiriyorum diziyi, sonra Digitürk akıllanıyor tekrar veriyor diziyi filan. Ondan sonra başlıyor ben de bir Twin Peaks sevdası. David Lynch denilen adam gözümde ilah filan oluyor. Soundtrack'i hayatımın arka planında devamlı devir daim modunda zaten. Öyle ki annem bir gece hiç unutamayacağım birşey söylüyor bana. Ben yine girmişim Twin Peaks moduna, soundtrack bangır bangır. Annem "noldu?  bişi olmuş, sen Twin Peaks dinleyince hep bişi olmuş demektir" diyor. Eneaam diyorum büyüdüm de annem tarafından tanımlanmaya başladım :P 

25 Ekim 2010 Pazartesi

Paranormal Activity 2: E sıçamadım ama ben!

Alp korkma lan bişi yok fotoda :P
Geçen senenin en ürkütücü filmi Paranormal Activity'i duymayanlar değil bu blogu, bu gezegeni terk etsinler. Bi herifçioğlunun 15.000 dolara çektiği film 194 milyon dolar gişe yaptı ulan! Kimileri gecelerce uyuyamadı kimileri ise bu uyuyamayanları küçümsedi filan. Ben? Filmden değil, filmin sonrasında bıraktığı etkiden tırstım kabul edeyim. Hatta 2 ay boyunca gece hep 03:00de uykumdan uyandım, kendimden şüphe ettim! Ben küçükken tek başıma tuvalete gideceğim zaman annemle konuşa konuşa giderdim. Komik ama ciddiyim. "Şimdi koridorda koşuyorum ben, heh ışığı açtım, siz napıosunuz, tamam tamam girdim tuvalete" diye. Sonra da koştura koştura salona dönerdim. O derece tırsaktım, bunda beni 3 yaşında Freddy Kruger denen allahın cezasıyla tanıştıran ve bana oyun diye "saklambaç"ın en korkunç hali olan "hadi hayaletten gizlenelim" oyununu oynatan kuzenlerimin de etkisi var tabi. En büyük kuzen bildiğin çarşaf girer, biz de ondan saklanırdık. Altıma sıçardım ey okuyucu!

Bu Paranormal de o korkularıma oynadığından benim bünyede baya zor temizlediğim hasarlara yol açtı. Çünkü film korkutucu olmamasına rağmen, gece yatakta tek başıma uyurken "ya arkamı döndüğümde birisi adımı söylerse" diye kendi kendime gaz veriyordum. İlginç bir bilgi ben evde yalnızken hapşurmaktan da korkarım, gaipten bir ses "çok yaşa" diyecek diye. Amk! Bak şu anda resmen tırsmış durumdayım!!! Ben bi de küçükkene hep dua ederdim, önce bi bilgisayarım olsun diye, sonra da "Allahım ne zaman korkmayacağım ya ben Freddy'den, BeetleJuice'dan" diye. Şükür ki ikisi de kabul oldu, ne zaman oldu hatırlamıyorum ama son 10 yıldır bi boktan korkmaz oldum. Hatta ruh çağırma seansına bile katıldım! -o da başka bi yazı konusu olsun-
Beni son 10 yıldır tek korkutan bu film olunca, devam filmine beynimde verdim gazı verdim gazı. Gören ben çektim sanır. Her eleştiriyi okuyorum, millet diyor "ilkinden bile korkunç ve iyi" filan. Aha dedim bu sefer artık İstanbul'dayım ve tek başıma yaşıyorum, akşama iyice bi sıçıcam. 

I whip my hair back and forth...


Saçlarımdan açıcam muhabbeti, etrafımdaki herkes uzadığı yönünde hem fikir. Üstelik kullandığım saç şekillendiricisi 1 sürüşte 1 haftalık banyo yapmamış imajı yarattığı için pasaklı, pis, öeagk filan diyorlar. Şu dünyada saçlarım kadar taktığım birşey yoktur benim. Hep düz bir saçın hayalini kurmuşumdur. Günümüzde erkeklerin saçlarıyla kadınlardan çok uğraştığını düşünürsek benim ergenleşme zamanlarım bu konuda çok acılı geçti. Akranlarım binbir concon modelle gezerlerken ben jöle dışında birşey bilmezdim. Dalgalı saç + Jöle = Felaket. Hep aynada istediğim gibi diker, oha oldu derdim, okula bir giderdim "sokakta böyle mi dolaştım lan" ben dedirtecek kadar saçmasapan olurdu. Diğerlerinin saçları düzdü filan ona yoruyordum, halbuki değilmiş, jöle ıslak bişi amk, düz saçı bile kıvırır. Hayallerimdeki saça ulaşabilmek için o kadar kastım ki, bir saç kesimini 50 liradan açan berberlere bile gittim ulan! Neyse yıllar geçti, saça şekil vermeyi ufak ufak öğrendim bazen saçmaladım. Ama yine de hep duyduğum şey "çok dikmişsin" oldu. Şimdi bakıyorum da o eski fotolara, harbiden çok dikmişim, İstanbul'da adeta bir adet Özgürlük Heykeli gibi geziniyormuşum, breh breh.

Bu aralar yine papazları oynuyorum, son berbere gidişimin üstünden 5 ay filan geçti. Geçen gideyim dedim adam 10 dk beklersin dedi, dedim "sk..ler". Neyse saçıma harbi takığımdır, başka hiçbirşeye takık olmadığım gibi. Saçlarım b*ktan olsun, üstüme altın semer de giydirsen kendimi eşek gibi hissederim.

Bu saç muhabbetini neden yaptım ben? Will Smith'in kızı Willow Smith bir şarkı çıkardı geçenlerde. İsmi "Whip My Hair". Hiç şarkıyı dinleyip saçlarımı savurmak gibi bir hayalim olmadı ama şarkı harbiden ultra catchy birşey. Üstelik bu bacak kadar bokun sesi Rihanna'dan filan iyi he. Ufaktan patlamaya başladı internet alemlerinde bu şarkı, siz de bir kere dinlediniz mi, saça yapışan sakız gibi yer edinecektir bünyede. Aslında böyle veletlere sinir olurum, buna da ilk görüşte kıl kaptım ama şarkıyı dinleyince "benim de kızım böyle şarkı söylese ben de verirdim piyasaya lan" dedim.