22 Aralık 2010 Çarşamba

Black Swan: Metamorfoz'un böylesi...


Aylardır beklediğimiz bir film, Pi, Reqiuem For A Dream, The Fountain, The Wrestler gibi filmlerin yönetmeni Darren Aranofsky'ın Black Swan'ı. Eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanan film geçtiğimiz günlerde DVDScreener versiyonuyla internete düştü de biz de 25 Şubat'ı beklemekten kurtulduk.


21 Aralık 2010 Salı

2010 Retrospektif: Sinema'da En İyiler


2010'un en iyisi The Social Network'tü. Kimileri "abartıyorsunuz, iyi ama o kadar da değil" dedi ama öyleydi. Aaron Sorkin'in zeka fışkıran diyalogları ve senaryosu Fincher'ın bu sefer sakin ve olgun kamerasıyla buluşunca ortaya muhteşem bir film çıktı. Alternatif okumalara açık, zengin bir filmdi. Oyuncuları şahaneydi. Jesse Eisenberg, Justin Timberlake gibi isimler parlarken Andrew Garfield filmi alıp götürüyordu. 27 Şubat gecesi bu adamların sahneye çıkıp En İyi Film, En İyi Senaryo ödüllerini aldığını görünce şaşırmayın.

Yılın diğer en iyi filmi ödül sezonunun en iyi indie'si olan Winter's Bone'du. Jennifer Lawrance'ın kendinden çok büyük bir performans verdiği film karakterleri, hikayesi, dingin müzikleri ama en önemlisi çok güçlü atmosferiyle öne çıkıyordu. Sundance Film Festivalinde Büyük Jüri Ödülünü alan film Oscar için de iddialı. Öyle ki Lawrance'in Oscar'a uzanması için önünde sadece Annette Bening var. The Social Network olmasaydı bu yılın favorisi olurdu, çünkü iyi bir filmde arayabileceğiniz herşeye fazlasıyla sahipti.

19 Aralık 2010 Pazar

2010 Retrospektif: Müzik Dünyası


2010'un retrospektifinde geldi müzik dünyasının en iyilerini ve kötülerini tartışmaya...

Yılın müzik olayı İngiltre'nin bağrından kopup gelen 2 genç adamdı. Hurts'ün Happiness adını taşıyan debut albümü şüphesiz son yılların en iyi, en heyecan veren işiydi. Böyle düşünen bir tek ben olmamalıyım ki Hurts bu yılın en iyiler listesinde hep ilk 3'e oynadı durdu. Albümle ilgili ayrıntılı tanıtım ve download linkini buradan bulabilirsiniz.


2010 Retrospektif: Aktör & Aktrisler

2010 retrospektif'ine yıla iyi, kötü damgasını vuran oyuncularla devam ediyoruz...

Jennifer Lawrence ilk başrolü olan Winter's Bone'da harikalar yarattı. Karakteri gibi tüm filmi sırtlayıp, izleyen herkesin ağzını açık bıraktı. Bu ödül sezonunda toplamadığı ödül kalmadı, herkesin favorisi olarak her listede yer edindi. Belki En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar alması biraz zor ama adaylığı şimdiden kesin. Bu harikalar yaratan kızı önümüzdeki sene Jodie Foster'ın yönettiği The Beaver'da Mel Gibson ile beraber izleyeceğiz. Daha sonra da yeni X-Men filminde Mystique'i oynayacak.

18 Aralık 2010 Cumartesi

Son bir sigara içeyim...

Bayadır aklımda var aslında, sigarayı bırakmam lazım. Aslında hiç başlamamış olmam gerekirdi ama lise çağlarında yaptığım bir özentilikle ben de bu batağa saplanmıştım. Gayet uslu, etliyi sütlüyü karıştırmayan bir çocukluk geçiren ben aklımca olmayan asiliğimi sigarayla kapamaya çalışıyordum.

Şimdi hesap etmeyeyim zira edersem içtiğim yılları hesaplayıp kendime yaptığım zararı daha vahşi şekilde gözler önüne süreceğim ama liseden mezun olup, asiliği üstümüzden atalı veya farklı şeylerle kapamaya/göstermeye çalışalı çok oldu. Haliyle sigaranın artık bir numarası kalmayınca, ona başka anlamlar yüklemeye başladım. Mesela bu meret müzik dinlerken çok iyi gidiyor. Öyle böyle değil, ben sigara yakmadan önce dinleyeceği müziği ayarlayan bir adamım. Playlist filan yaparak değil hem de, her sigarada tek tek özenle seçerek. Bu bir hafta içinde de en çok onda canım çekti zaten. Dybdahl olsun Mraz olsun kalbimi deşen notalar zerk ederken elim, ağzım boş, su içiyorum işe yaramıyor. Hatta bi gün bu yüzden alkol alayım dedim. 2 bira sonra hayatımın uçuşunu gerçekleştiriyordum!


2010 Retrospektif: Sinema'da En Kötüler



Yıl sonuna iyice yaklaşmışken, 2010'un benim için "en"lerini yazacağım bir kaç entry olacak. İşe en boktanlarıyla başlayıp, aradan çıkaralım. İşte 2010 filmleri arasında benim için en berbat olanları.

Onur Ünlü'nün Beş Şehir filmi, hayatımda gördüğüm en anlamsız şeydi. Festivalde salondaki herkesin nefret etmesini beklerken neredeyse ayakta alkışlanacağını görünce sınıf arkadaşlarımla sıkı bir oha çektik. Bizim jenarasyonumuz mu kıtdı yoksa "anlamadığı şeyi alkışlayan" guruh mu dolduruyordu salonu veya kafalar mı iyiydi bilemem ama film bana kalırsa harbiden gözlerimin maruz kaldığı en kötü şeydi. 

El Secreto de Sus Ojos: Sen sus, gözlerin konuşsun!


Evet yeni izledim! Geçtiğimiz sene En İyi Yabancı Film dalında Akademi Ödülü alan El Secreto de Sus Ojos yani nam-ı diğer The Secret In Their Eyes'ı ancak izleyebildim. Filmin konusu hakkında hiçbirşey bilmediğim ve sinemayla alakalı alakasız herkesten iyi olduğunu duyduğum için biraz basit bir film bekliyordum. Hani en fazla iyi çekilmiş mainstream bir film! Akademi genelde öyle filmlere oy verir çünkü. Bir de bu filmin karşısında The Prophet ve White Ribbon gibi filmler yarışıyordu. Arjantin'den çıkan bir film ne derece tatmin olabilirdi ki?

The Kids Are All Right: Geniş Aile!


Bir aile düşünün. Bu ailede bir baba yok, lezbiyen bir çift yıllar önce aynı adamın spermleriyle 2 çocuk dünyaya getirmişler. Çocuklardan biri 18, diğeri 15 yaşında. Annelerden biri doktor, diğeri ise "ne iş yapıyorsunuz" sorusuna hala sıkılarak cevap veren özgür ruhlu biri. Büyük olan kız liseyi bitirmiş, üniversite için evden ayrılmaya hazırlanıyor. 15 yaşındaki oğul ise "takılıyor". Klasik bir aile draması için yeteri kadar malzeme var. Bunun üstüne bir de resme yıllar önce spermini bağışlayarak bu iki çocuğun dünyaya gelmesine "katkıda bulunmuş" başı boş bir "baba" figürü giriyor!

Bisiklet Yaka Reinvented



Kyle MacLachlan'ı çok sevsem de -boru değil Agent Cooper bu!- o tasarımdan feci sıkılmıştım. Bu yüzden Bisiklet Yaka'yı bir revizyona soktum ve sonunda blog bu görünümü aldı. Şimdi siz tam bu satırı okurken F5 (Yenile) tuşuna basmanızı istiyorum. Hatta 1-2 kere ile sınırlandırmayın kendinizi, istediğiniz kadar basın, ne kadar basarsanız o kadar değişir :)

Javascript sağolsun sayfayı yeniledikçe, blogda gezdikçe değişecek bir dizayn yapmayı başarabildim. Bisiklet Yaka'nın artık tam 7 dizaynı var! Hepsi çok sevdiğim hatta bazılarında taptığım isimleri barındırıyor. Dizaynların ufak hallerini aşağıda görebilirsiniz, eğer büyük hallerini görmek isterseniz dediğim gibi sadece F5'e basmanız yeterli :)

15 Aralık 2010 Çarşamba

Uncharted: Yapıyodum, yapmıştım!


Okumaya başlamadan önce dinleyin:

Ben iki eliyle bir joystick'i doğrultamayanlardanım. Lisede yaşıtlarım Counter'da kapışırken ben en fazla The Sims'de ev düzerdim. Hayatımda bitirdiğim tek bilgisayar oyunu da Max Payne'dir, onu da bullet time efekti çok güzel diye oynamıştım. 2-3 günde bitirilecek oyun bullet time yüzünden slo-mo aktığı ve üstüne benim beceriksizliğim eklendiği için 2-3 ayda anca bitmişti. Zaten çocukken de Super Mario'yu binbir krize girerek bitirmiş, "yapıyordum, yapmıştım" diye ağlamayı ben icat etmiştim.

Hal böyle olunca benim bu dünyada en son almam gereken şey bir oyun konsoluydu takdir edersiniz ki. Ama PS3 bluray player özelliği ile çıkınca durumlar değişti. Ülkede daha doğru düzgün bir BD Player sektörü olmadığı için gittik aldık PS3'ü. Milletin oyun oynamaya aldığı hatta alamayıp hayalini kurduğu aleti ben film izlemek için aldım! Öyle de havalı bir tarafı vardı bu işin. Ama tabi bu hava herkese geçmediği için bana hediye olarak bluray film değil 2 tane ps3 oyunu verdiler. Biri gerçek hayatta bile hiç haz etmediğim ama bir PS3 alıcısına mantıklı bir hediye olan futbol oyunu PES, diğeri de ilk başta "bu ne amk, kakalamışlar osuruğum gibi oyunu" diye burun kıvırdığım Uncharted: Drake's Fortune. Evet konuya daha yeni giriyoruz!

12 Aralık 2010 Pazar

Nicki Minaj: It's Barbie Bitches


Nicki Minaj, son yıllarda Hip-Hop/Rap dünyasına gelmiş en renkli kişilik. Abartılı mimikleri, rengarenk perukları, eşsiz rap tarzıyla uzun zamandır piyasada eksik olan kadın MC açığını kapatan bu hatunu muhakkak duymuş, belki ismini bilmiyorsunuzdur. Kadın henüz ortada bir albümü olmadan en az 20-30 şarkıya feat yaptığı yetmezmiş gibi, bu şarkıların yarısından çoğu Billboard listelerinde ortalığı kasıp kavurdu. Bu harbiden azımsanmayacak bir başarı: piyasaya yeni girmiş bir çaylağın, üstelik bu bir bayan, bu derece aranır bir isime dönüşmesi...Minaj'ın Kanye West'in Monster'ında dediği gibi "let me get this straight wait I’m the rookie but my features and my shows ten times your pay? 50k for a verse, no album out!"

9 Aralık 2010 Perşembe

The Walking Dead - 1.Sezon


AMC'nin Frank Darabont imzalı zombi draması The Walking Dead 6. bölümüyle sezon finali yaptı. Bu kadar az bölüm çıkararak tatile girmesinin sebebi ise dizinin orjinalde mini dizi olarak tasarlanmasıymış. Yılın en beklenti taşıyan dizisi kimilerince çok sevildi kimilerince yeterli görülmedi.

Bence The Walking Dead'in en büyük eksikliği 6 bölüm boyunca bir ana hikaye oluşturamamış olmasıydı. 1 arpa boyu yol almayan hikaye, sıkıcı karakter dramalarıyla (ki hiç biri karakterleri henüz önemsemediğimiz için etkileyici değildi) ve entrikalarıyla daha da yara aldı. Evet yeri geldiğinde iyi kotarılmış o aksiyon sahneleri tansiyon yükseltti ama dizinin üstündeki o olmamışlık hissini bir türlü dağıtamadı. Pilot bölümünde verilen drama, işin içine 10 kadar yeni karakter girince sakıza döndü. 6 bölümde şu aşk üçgenini çözemedikleri gibi yapımcılar bu tercihlerini çok matah birşeymiş gibi de bahsetmekten vazgeçmiyorlar.

Hayatımın En Güzel Telefon Konuşması !!!


Günlerdir Thomas Dybdahl'ın October Trilogy'sini almaya çalışıyorum, kodumunun cdon.eu'su kredi kartımı kabul etmiyor. Nasıl moralim bozuk günlerdir alttan alta bu konu yüzünden anlatamam. Başka hiçbirşey istemiyor çünkü canım, o cdler benim olmalı! Neyse, en yakın dostum Alp geçtiğimiz hafta İngiltre'ye gitti, plan cdleri alıp ona yollamak ama olmadı. Alp hiç bişi getirmicek lan bana diye bozuk atıyorum kendi kendime. Adam 40 yılın başında gitmiş, amazon free shipping filan yapıyor ve ben October Trilogy'i alamadığım için başka hiçbirşey almak istemiyorum.

2 gün önce Alp'in Londraya geçtiği vakit, Dybdahl'ın konseri olacağını öğrendik. Üstüne bu konser sırasında adamın cdlerinin de satılacağını. Tutturdum "Alp konsere git, biletin yok ama yalvar içeri gir, al şu cdleri bana" Ama böyle birşeyin olmasına ihtimal bile vermiyorum. Hadi Alp bunu kabul etti, adamı biletsiz içeri alacaklar mı, o cdler harbiden satışta mı olacak filan gibi sorular var. October Trilogy fii tarihinde tükenmiş birşey çünkü. Neyse, Alp gidicem varsa alıcam dedi. Ben bugün tüm gün kafayı kırdım alabilecek mi diye. Ve yaklaşık 20 dakika önce şöyle bir konuşma geçti aramızda...

Alp: Lan, tahmin et şu anda kime bakıyorum?
Emre: Ne? Hasssiktir lan!!!!!!!!
Alp: Lan olm, aldım cdleri, herife gittim böyle böyle Türkiye'de çok büyük bir hayranınız var, imzalar mısınız dedim. Adam cdleri imzaladı lan! Ellerim titrio, sanki ben hayranıyım!
Emre: Dur lan ben kalp krizi geçiriyorum sanırım!