22 Aralık 2010 Çarşamba

Black Swan: Metamorfoz'un böylesi...


Aylardır beklediğimiz bir film, Pi, Reqiuem For A Dream, The Fountain, The Wrestler gibi filmlerin yönetmeni Darren Aranofsky'ın Black Swan'ı. Eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanan film geçtiğimiz günlerde DVDScreener versiyonuyla internete düştü de biz de 25 Şubat'ı beklemekten kurtulduk.


Filme karşı olan heyecanım o kadar dinginlenemezdi ki, bu sabah 5 gibi uyanıp filmi izledim. Black Swan ilk izleyişte sizi etkileyen ama onu "mükemmel" olarak nitelendirmeye bir türlü gönlünüzün el vermediği bir film bana göre. Çünkü anında karar verilip, etiketlenecek gibi değil, hayli derin bir iş karşımızdaki. O yüzden Nina'nın yakalamaya çalıştığı kusursuzluğun film için ne kadar geçerli olduğunu oturup düşünmek lazım.

Öncelikle filmin ne olduğunu anlamak lazım. Bu bir bale filmi değil. Bir doğaüstü olaylar dizisi de değil. Black Swan tamamen psikolojik gerilim tarzında, metaforlar üstünden yürüyen bir film. Benim filmi ilk izleyişimde yaptığım en büyük hata filmi psikolojik gerilim olarak kabullenmeyip altında daha fazla şey aramamdı çünkü gerek fragmanları gerek film öncesi bilgileri olsun beni bu konuda gazlamıştı. Buna rağmen olağanüstü bir sinematografi ve yönetmenlik zaten filmi belli bir kademeye kadar taşıyor ve senenin en iyilerinden olmasına yetiyordu. Konuya, karakter çözümlemesine, detaylara ve subtextlere yapılacak bir bakış ise onu kült seviyesine çıkarmaya yarayacak eylemler.

Natalie Portman'ı yetersiz bulduğumu sanmıştım ama Cambelboy'un rolün fiziksel zorluğuna dikkat çekmesi bu konuda olan düşüncelerimi de gözden geçirmemi sağladı. Portman gerçekten kariyerinin en iyi rolünü oynuyor. Sadece geçiş sahnelerinde biraz kusurlu o kadar. Karakteri Nina gibi White Swan olayında sorun yok ama Black Swan'da istenilen elektriği bana geçiremedi. Üstelik yapması gereken tek şey daha sert ve keskin çizgilerle oynamasıydı. Tüm film bu dönüşümü beklediğinizde, yönetmenden de filmden de oyuncudan da en maximum'u vermelerini bekliyorsunuz. Hele söz konusu Aranosfky olunca yıllarca eskimeyecek müthiş bir Climax bekliyorsunuz. (Requiem For A Dream'in finalini ve The Fountain'ın finalini hatırlayın!) işte Black Swan'da bu yok. Yani var ama olması gerektiği kadar gösterişli, şaşaalı değil. Böylesine bir hikayeden daha sert, çarpıcı ve dudak uçuklatıcı bir final beklerdim ben. Ve burada kesinlikle hikayenin bir suçu yok. Aksine öykünün bağlanışı gayet tatminkar ama dediğim gibi Aranofsky filmin doruk noktasında bu sefer adamın kanını donduramıyor, Portman da "vay anasını" çektirmiyor.

Başka kimsenin takmadığı benim cidden rahatsız olduğum son bir şey ise, Aranofsky'ın son 2 filminde iyice kafayı taktığı ense traşı çekimleri. Karakterleri devamlı arkalarından takip etmemiz beni The Wrestler'da çok rahatsız etmişti. Black Swan'da da aynı tarz çekimler var ama şükür ki Wrestler gibi abartılmış değiller.

Bağlamak gerekirse Black Swan çok güzel bir film. Güzel'i iyi anlamında kullanmıyorum. İyi bir film olduğu su götürmez bir gerçek zaten. Ama aynı zamanda çok güzel gözüken bir film. Ve Aranofsky'ın en iyisi olmasının yanı sıra da Cambelboy'un da dediği gibi belki de bu 10 yılın ilk büyük klasiği.

90/100

Hiç yorum yok: