18 Aralık 2010 Cumartesi

2010 Retrospektif: Sinema'da En Kötüler



Yıl sonuna iyice yaklaşmışken, 2010'un benim için "en"lerini yazacağım bir kaç entry olacak. İşe en boktanlarıyla başlayıp, aradan çıkaralım. İşte 2010 filmleri arasında benim için en berbat olanları.

Onur Ünlü'nün Beş Şehir filmi, hayatımda gördüğüm en anlamsız şeydi. Festivalde salondaki herkesin nefret etmesini beklerken neredeyse ayakta alkışlanacağını görünce sınıf arkadaşlarımla sıkı bir oha çektik. Bizim jenarasyonumuz mu kıtdı yoksa "anlamadığı şeyi alkışlayan" guruh mu dolduruyordu salonu veya kafalar mı iyiydi bilemem ama film bana kalırsa harbiden gözlerimin maruz kaldığı en kötü şeydi. 

Scott Pilgrim vs. The World, Michael Cera etkeninin yanı sıra kendini fazla ciddiye alması ve birbirinden loser tipleri ciddiye almamı bekleyerek değil bu yılın, tüm zamanların en kötü filmlerinden biri oldu. Evet film bilgisayar oyunu şeklinde bir evrende geçiyordu ve amacı da olabildiğince alternatif olmaktı. Ama hayır! Harbiden sıkıcı olduğu yetmezmiş gibi, yeteneksizlikler kralı, dünyanın en irrite insanı Michael Cera'ya da katlanmak zorunda bıraktı beni. Herşey, benim sinir etmek için yapılmış gibiydi. Bir insan bu filmi nasıl ciddiye alıp, beğenebilirdi ki? En kötüsü bunu çeken Shaun Of The Dead ve Hot Fuzz gibi yeni nesil komedi klasiklerini de çekti!

Benicio Del Toro'nun kurt adam olduğu The Wolfman bir diğer gereksizlik abidesiydi. Dibine kadar klişe olmasının yanı sıra kendisinden beklenen eğlenceyi asla sunmuyordu. Emily Blunt'un filmde ne aradığını hala çözülemedi, Anthony Hopkins ise kariyerinin en kötüsünü yaşadı! Tom Cruise'un artığı SALT, Angelina Jolie'nin bedeninde beni 2000lerin başına döndürdü. Bu tarz aksiyon filmleri hala çekiliyor mu diye sordurdu. Saçma sapan senaryosu, akıl almaz aksiyon sekansları ile ilallah getirdi. Jolie daha fazla bayamazdı! Hepsi bir yana filmin bir sonu bile yoktu! Jennifer Aniston ve Gerard Butler'lı The Bounty Hunter ise bir diğer hayal kırıklığıydı diyemeyeceğim çünkü filmin böyle fos çıkacağı başından belliydi. Çok sevdiğim iki aktörün arasında kimya'nın k'si yoktu. Film daha ne kadar klişe olabilirim diye yırtınıyordu. Ve tüm bunları sineye çekmeyi deneyecek kadar bile eğlendirmedi.

Gereksiz kişilik Russel Brand ve bir diğer irrite insan Jonah Hill'in Get Him To The Greek'ini sadece Rose Byrne'in pop şarkıcısı Jackie Q karakteri için izlemeye başlamıştım, film bittiğinde de elimizde geri kalan tek şey o oldu. Jackie Q harbiden komikti, kendine ait bir spin-off'u hak ettiği gibi, bir de yıl boyunca "asshole" diyişiyle bizi kopardı.6 yıllık televizyon serüvenin üstüne hiçbirşey katmayan ama en azından eğlenceli bir seyirlik çıkaran ilkinin aksine Sex And The City 2 dibe vurdu. Filmin girişi çok uzun, olmayan konusu ise ödediğiniz parayı sanki çaldırmışsınız gibi hissetmenizi sağlıyordu  Dubai'deki sahneler ilk başta eğlenceli olsa da çok karakatürize edilmişti, bayattı. Yine de Samantha'nın pazarın ortasındaki kondom muhabbeti iyi güldürmüştü.

Dibe vuran bir diğer devam filmi büyük beklentilerle gösterime giren Iron Man 2'ydi. İlkinin aksine ne komikti, ne ilginçti, ne eğlenceliydi ne de iyi aksiyon sahneleri barındırıyordu. Bunların aksine oldukça sıkıcı karakter dramaları, şaka gibi bir Scarlett Johansson, "ne alaka amk" dedirten iğrenç bir Mickey Rourke ve karizmasını çizişine ağladığımız bir Sam Rockwell vardı. Yazık oldu.

Julia Roberts'ın aslında 2,5 saat süren ama size bir ömür gibi gelen son lakırdısı Eat, Pray, Love muhteşem derece baygın bir filmdi. İtalya'da eh işte bir izlencelik sunan film Hindistan'a geçince resmen zaman durdu, film bitmek bilmedi. Roberts'ın kişisel sevimliliği karakterin antipatikliğini gideremedi. Şımarık ve bencil bir kadının günlüğünü izlerken uyuduk, uyuduk, uyandık.

Potansiyelini kullanamayan filmlerden biri olan The Clash Of The Titans, antik yunan kültürü hakkında bilgisi Herkül'den öte olmayanlara bile yeni birşey sunamıyordu. Filmin amacına doğru yaptığı yolculuk 4'te 3'ünü kapsıyordu. Diğer geri kalan bölümde ise amaca ulaşıldı, büyük bir kapışma gerçekleştirdi, esas karakterler öldü, kurtuldu, hayatlarını kurdular vs. Ve bunların hepsi 5 dakikada gerçekleşti! Evet bir filmin sonu hiç bu kadar çalakalem yazılmamıştı. Belli ki senaristlerde filmin sonuna gelene kadar bizim gibi sıkılmışlardı.

Tim Burton'un Alice In Wonderland'i yılın en büyük fiyaskosuydu. Johnny Depp ile olan birlikteliği kadar kabak tadı veren başka birşey varsa o da her ucubik karaktere Helena Bonham Carter'ı koymaktı. Sıkıcıydı, masalı bilmeyene hitap etmiyordu, komik veya eğlenceli değildi, 3Dsi bile boktandı! Tüm bunlara rağmen Burton'un en çok gişe yapan filmi oldu. Alice'in finaldeki Çin yolculuğunu unutmamak lazım. 

BOTTOM 10:
1. Beş Şehir
2. Scott Pilgrim vs. The World
3. The Wolfman
4. Salt
5. The Bounty Hunter
6. Get Him To The Greek
7. Sex And The City 2
8. Iron Man 2
9. Eat Pray Love
10. Clash Of The Titans & Alice In Wonderland


Hiç yorum yok: