19 Aralık 2010 Pazar

2010 Retrospektif: Aktör & Aktrisler

2010 retrospektif'ine yıla iyi, kötü damgasını vuran oyuncularla devam ediyoruz...

Jennifer Lawrence ilk başrolü olan Winter's Bone'da harikalar yarattı. Karakteri gibi tüm filmi sırtlayıp, izleyen herkesin ağzını açık bıraktı. Bu ödül sezonunda toplamadığı ödül kalmadı, herkesin favorisi olarak her listede yer edindi. Belki En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar alması biraz zor ama adaylığı şimdiden kesin. Bu harikalar yaratan kızı önümüzdeki sene Jodie Foster'ın yönettiği The Beaver'da Mel Gibson ile beraber izleyeceğiz. Daha sonra da yeni X-Men filminde Mystique'i oynayacak.



The Kids Are All Right'ın tüm kadrosu parlıyordu ve herkes müthiş bir uyum içindeydi ama şüphesiz ki Annette Bening ayrı bir zirveydi. Daha önce 3 kere Akademi Ödülü adayı olup, American Beauty ile hak ettiği ödülü Hilary Swank'e kaptıran Bening'in bu sene karşısına yine bir Swank faktörü çıkabilir ama çıkmazsa çok büyük ihtimalle bu sene Oscar onun. The Kids Are All Right Julianne Moore, Mark Ruffalo'ya da yardımcı dallarda adaylık getirebilir.

Yeni starlet Emma Stone, Easy A ile beklediği çıkışı yapamadı ama en azından sinema endstürisindeki yerini iyice onaylatmış oldu. Bir Altın Küre adaylığı kazandı. Aslen sarışın olup bizim devamlı kızıl saçlı gördüğümüz aktris, yeni Spider Man reboot'unda Gwen Stacy rolünü kaparak ileride daha da patlayacağının sinyallerini verdi.

Nicole Kidman yıllar sonra ilk ciddiye alınabilecek rolünü Rabbit Hole'da oynadı. Margot At The Wedding'i saymazsak 2003'ten beri Kidman'ı dolu dolu oynarken gördüğümüz tek filmdi bu. Karşısındaki Aaron Eckhart'la çok iyi bir uyum yakalayan Kidman, çocuğunu kaybetmiş bir anneyi çok iyi oynadı. Eckhart ile olan kavga sahnesi yılın unutulmazlarından biriydi. Büyük ihtimalle Oscar adayı olacak.

Chloe Moretz, Kick-Ass'deki Hit-Girl rolüyle "bu kız 13 yaşında mı?" dedirtti. Muhteşem bir komedi zamanlaması olan Moretz elbette bir adaylık çıkaramayacak ama bu, senenin en çok konuşulan performansına imza attığı gerçeğini değiştiremez.

Rezalet bir film olmasına rağmen, Rose Byrne, Get Him To The Greek'teki çılgın pop şarkıcısı Jackie Q rolüyle beni yıl içinde en eğlendiren performans oldu. Hep dramalarda ve Damages'da görmeye alıştığımız Byrne'ın komedi potansiyeli azımsanamayacak kadar iyiydi. Bilhassa ağır ingiliz aksanıyla söylediği parçalar ve "asshole" kelimesi. Cameron Diaz ve Tom Cruise, klasik kalıplarda olsalar da Knight & Day'de iyi bir ikili oluşturup, kendilerinden bekleneni yerine getiriyorlardı.

Henüz izleme fırsatı bulamadığımız Black Swan'da Natalie Portman herkesin alkışlarını topladı. O da çok büyük ihtimalle bir adaylık çıkaracak. Yıl sonuna doğru görmeye çalışacağım Blue Valentine'da Michelle Williams her zamanki eleştirileri aldı. Kadının başarısız bulunması imkansız gibi birşey.

Erkeklere gelirsek en ön plana çıkan The Social Network'ün centilmenleriydi. Justin Timberlake'in bile rol yapabildiği filmde elini sallasan iyi oyunculuğa çarpıyordu. Ama filmin yıldızı Mark Zuckerberg'i canlandıran Jesse Eisenberg değil, yeni Peter Parker'ımız Andrew Garfield'dı. Garfield herkesten rol çalıyordu. Jesse Eisenberg de Facebook yaratıcısı M. Zuckerberg rolünde muhteşemdi. Dedik ya Justin Timberlake bile iyiydi! Unutmadan Disney dizilerinden gelme bir isim olduğu için psikopat kız arkadaş rolüyle Brenda Song'a ayrı bir methiye dizmek gerek.

Inception ile ortalığı kasıp kavuran Leonardo Di Caprio'nun asıl oyunculuğunu gösterdiği film bana göre Shutter Island'dı. Inception'daki rolünde alkışlanacak pek birşey yoktu. Yine de teenage dream'likten böylesine ciddi bir kariyere geçiş yapabilmesi adamın genel yeteneğini ortaya koyan birşeydi.

Henüz göremediğimiz için kendi yorumumu yapamam ama The Fighter'daki Christian Bale ve Mark Wahlberg, Blue Valentine'daki Ryan Gosling, 127 Hours'un James Franco'su ve The King's Speech'in Colin Firth'i sezonun diğer favorileriydi.

Senenin kötülerine gelecek olursak.

Johnny Depp tamamen düşüşteydi. Alice In Wonderland'deki rolüyle tanıdığım çoğu kişiyi artık baymıştı derken ortaya herkesin itin g.tüne soktuğu The Tourist geldi. Ne tesadüftür ki bu filmdeki partneri Angelina Jolie de SALT'da rezaletti. Depp yeni bir Karayip filmiyle bilindik sularda kendini toparlayabilecek ama Jolie napacak merak etmekteyiz.

En sevdiğim aktörlerden biri olan Jake Gylenhaal'ı şişmiş bir vucut ve şişirilmiş bir ingiliz aksanı ile Prince Of Persia'da görmek bana bile acı verdi. Film zaten bekleneni yapmadı. Şükür ki böylelikle bir devam filmi olsalığı ortadan kalktı.

Zamanın Oscar ödüllü oyuncusu Benicio Del Toro, The Wolfman'de acınacak haldeydi. Yapabileceğim tek yorum budur. Daniel Radcliffe 7. film olmasına rağmen hala oyunculuğunu 1 gram ilerletememiş olması yüzünden Harry Potter'ın son filmine en büyük zararı veren oyuncuydu. Julia Roberts, Eat, Pray, Love'da kariyerinin en kötü oyunculuklarından birini veriyordu. Buradan çıkaracağımız ders her okuyup beğendiğimiz kitaba "bunu film yapalım, kadını da ben oynayayım" dememek.

Oyuncu olduğu iddia edilen Kristen Stewart ve Robert Pattinson gibi Twilight kişiliklerine girmeye bile gerek yok, bu onları ciddiye aldığımızı gösterir, Allah korusun! Ama senenin belki de en berbat performansı Scott Pilgrim vs. The World ile Michael Cera'ya aitti. Performansının tek iyi noktası, "bu adam olduysa biz hayli hayli oluruz" diye oyuncu adaylarına umut aşılamasıydı.

Hiç yorum yok: