21 Kasım 2010 Pazar

Parenthood: Bana "Hah. Hi." dedi!!


Blogu açtığımdan beri hatta açmadan önce üstüne en çok yazmak istediğim dizi geçen sezon NBC'de başlayan Parenthood'du. Bir türlü fırsat bulamadım, daha doğrusi onlarca fırsat vardı ama ben hep erteliyordum, kafamda demliyordum neler yazacağımı. Az önce dedim yemişim, içimden ne geliyorsa yazacağım. Peki bunu niye az önce dedim?! Zira az önce dizide en sevdiğim karakterlerden olan Julia'yı oynayan Erika Christensen bana "Hah. Hi." diye tweet attı! Evet toplarsak noktalama işaretleri hariç sadece 5 harf. Ve kadın büyük ihtimalle bunu yazmak için sadece 3 saniyesini filan harcadı. Ama ben! Mire! Erika Christensen'in hayatında 3 saniye kapladım lan! Wohooooooo!! :)

Parenthood bir aile dizisi. Aileden çok koca bir klan gibi duran Braverman'ları anlatan dizi şu anda 2.sezonunda...Blah blah blah. Şimdi bu bilgileri geçtikten sonra, içimden geldiği gibi yazacağım...

Buz gibi içiniz...

Bana bi' haller oldu. Hayatım boyunca Fanta içtim ben, kola'yı hiç bir zaman sevmedim. Sonra Ice Tea çıktı, son 4-5 yıldır günde minimum 1 bardak ama genelde 1 litrenin altına düşmemek şartıyla Ice Tea Şeftali içiyorum. Sigara içerken, yemek yerken, durup dururken...Hep Ice Tea Şeftali. Hatta bazen fark ediyorum ki gün boyu 3 bardak Ice Tea içmeme rağmen 1 bardak su içmemişim. Susuzluğu onunla gideriyorum bir nevi. Ama son 1 aydır bana bi' haller oldu. Hala Ice Tea içiyorum ama artık yemekler de filan kola gidiyor su gibi.

Yeni ergenler gibi 2 aydır McDonalds yiyorum, hem de gün aşırı. Neden? Patatesleri yüzünden. Ben ki beslenme zincirinde patates kızartması bulunmayan bir aileden geliyorum. Çocukken Happy Meal menülerimdeki patateslere filan da dokunmazdım. Ama son 2 aydır hem kola içiyor hem de patates kızartması yiyorum! Hem de öyle böyle değil. Az önce üşenmedim, kalktım yataktan, giyindim filan, çıktım kola aranmaya. Ben ki sabah kahvaltısı veya akşam yemeği için apartmanın altındaki bakkala ekmek almaya gitmeye üşenen, kalktım 2 sokak öteki Tekel Bayii'ye gittim. Hem de demlenme malzemeleri için değil 2 litrelik gözünü sevdiminin CocaCola'sı için!

Şu bardağa dolan kola ve sonrasında çıkan bir "aeeaahhh" sesi vardı ya reklamlarda yıllar önce. Her bardağa boşaltışımda aynı sesi duyup mest oluyorum! Benjamin Button gibiyim hayatı tersten yaşıyorum! Ergenliğe yeni girdim, yakında Emo da olurum!

5 Kasım 2010 Cuma

Lady Gaga: Britney Is The Queen Of Pop


Fotoğrafı görünce içimden geldi. Mükemmelik böyle birşey işte!
Ha başlık ne alaka diyenlere bonus track olsun:


Grey's Anatomy: Tv'deki anka kuşu...


Grey's Anatomy gerek kamera önünde gerek kamera arkasında oldukça badire atlattı. Tıp fakültesinden yeni mezun olmuş bir grup genç stajyer'in hayatını anlatan dizi, rekor reytinglere de imza attı, dibe de vurdu. Ve şimdi, 7.sezonunda tüm karakterleri olgunlaşmış, oturmuşken belki de en kötü reytinglerini alıyor oluşu benim için hiçbirşey ifade etmiyor çünkü son 1-2 sezondur Grey's Anatomy ciddi bir klasiğe dönüşme sinyalleri veriyor.

The Walking Dead: Kan döktüm yollarına...


AMC, yeni HBO olma yolunda sağlam adımlar atıyor. Son 4 yıldır Mad Men'le ses getiren kanal şimdi de daha yayınlanmadan 2. sezonunu sipariş edecek kadar güvendiği The Walking Dead ile çıktı karşımıza.

Arkadaş muhabbetleri arasında "bir zombi dizisi" olarak açıklanabilecek The Walking Dead, bir Frank Darabont projesi. Böylesine büyük bir ismin böyle bir dizide ne aradığını açıklamak için ise dizinin pilot bölümüne ve serinin geçmişine biraz bakmak lazım. Kariyerinin önemli adımlarını Stephen King uyarlamalarıyla (The Shawshank Redemption, The Green Mile, The Mist) attığını düşünürsek Darabont aslında Kingvari hikayelere pek uzak değil. Tamam belki onun korku hikayelerini (The Mist harici) pek kullanmıyor ama en azından King'in korkuyla dramayı harmanlama konusundaki başarısına yabancı olmayan bir isim. Üstelik dizi Darabont'un zihninden de çıkmış birşey değil, yine bir uyarlama. The Walking Dead'in uyarlandığı çizgi roman oldukça iyi eleştiriler alan ve sıkı bir hayran kitlesi olan bir seri. Hal böyle olunca Darabont'un odaklanması gereken nokta zombilerden daha çok sıkı bir televizyon draması çekmek oluyor. İşte The Walking Dead'in de başarıya ulaştığı nokta burası.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Katy Perry - Firework: Aneam kadın alev aldı lan



 

Katy Perry'i hiç sevmezdim ben. Ki hatun, her erkeğin fantezisi "girl-on-girl action" olayına soundtrack yapıp, "i kissed a girl" diye çıktı ortaya. Çok antipatik geliyordu bana, o viyaklayan domuz gibi sesi filan, ilk albümüyle kaybolsun gitsin diyordum. Sonra daha da beteri geldi, California Gurls. Şarkının boktanlığı bir yana, şaka gibi bir de mavi saçlarla piyasaya çıkmıştı bu sefer. Hay dedim senin mavi saçına...

Battlestar Galactica: Frak Me!


"Amannnn çuvçuvlu uzay dizisini ne izlicem lan, işim mi yok, Star Wars bile sevmem ben" demiştim yıllar önce biri Battlestar Galactica'yı överken. Öncelikle ben LOST'çuydum. Görebileceğiniz en büyük LOSTçulardan hem de. Şimdi son sezonunda sıçtı o da amk, bi boku toparlayamadılar, heç beğenmedim demeyeceğim, hüngür hüngür ağladım lan final bölümünde ve bence harika bir finaldi. Yine de 6.sezonu ben de pek tutmam, Dogen filan gereksiz hareketlerdi çok.

6 yılımızı vermişiz, aylarca beklemişiz, biz öyle 2 günde 1 sezon bitiremiyorduk, hafta hafta izliyorduk. (Bir sezonu biriktirip, arka arkaya izleyenler gözümde kesinlikle Lost hayranı değildir onu da belirteyim!) Çok büyük olaydı yani. Lost bitince bir afalladım ben, hayatımda bağımlılık yapan bir dizi kalmamıştı artık. Twin Peaks, Riget ve Friends biteli yıllar olmuştu, şimdi de Lost. Dedim bir dizi bulmam lazım, Mad Men'e baktım önceleri, harbiden "iyi" bir dizi ama bağımlılık yaratıp duygularımı tavan yaptıracak tarzda değil, onu askıya bıraktım. Bir kaç dizi daha baktım tutmadım, sonra dedim ulan hadi madem millet bu kadar coşuyor şu Battlestar Galactica'ya bir başlayayım ben...

2 Kasım 2010 Salı

Jason Mraz: Mr. A-Z

Dün Bursa'dan dönüyorum, ne laptop var yanımda ne de okuyacak bir materyal. 1,5 saatlik yolculuğu sıkılmadan geçirebilme olasılığım tamamen ipod'uma bağlı. O yolculuktan beri manyaklar gibi Jason Mraz dinliyorum. Zaten dinlerdim, zaten tapardım kendisine. Ama bu sefer bi başka...Yemin ediyorum bi gün bu adamla takılıyor olacağım ha, sonra Thomas Dybdahl ile tanıştırıcam bunları, benim için bi düet filan yaparlar belki... Çok ciddiyim Jason Mraz gün gelecek Emre Ünaylı diye birinin varlığından haberdar olacak, yazıyorum bak buraya, günü gelince Jason'a da gösteririm "bak te o zamanlar yazmıştım" diye...

Bugün saçımı kestirdim ayrıca...Kestirmeyeceğim demiştim biliyorum, neyse ki fazla bişi gitmedi...Az kilo vereyim Thomas Dybdahl'lıktan vazgeçip Mraz olmaya çalışacağım. Başarabilirsem bahsederim.